16 Mart 2024 Cumartesi

Kaynaklarla Selahaddin Eyyubi

Salahaddin asalet ve şeref sahibi bir Kürt aileye mensuptur. Bu aile de nesep cihetinden Kürtlerin en asil aşiretlerinden biri olan Revadiyye aşiretine mensuptur. (Et-Tarihul Bahir fid Devletil Atabekiyye, 119) Bu aşiret Ermenistan’ın başkenti Tiflis yakınlarında Azerbaycan’ın en son hududu olan Duvin beldesinden gelmiştir. Eyyubiler Eyyûb bin Şadiye nispet edilmişlerdir. İbni’l esir onları Kürtlerin en asil kişileri olarak tanıtır. Zira onlardan hiçbiri kölelik zilletine düşmemiştir.

Selahattin’in babası Necmettin Eyyûb ile amcası Esadüddin Şirkuh Irak’a geldiklerinde çoban değildiler. Siyaset ve idarecilik hususunda yüksek derecede bilgi sahibiydiler. (El Hîtat, Markîzî 3/404) Şu kadar var ki bazı Eyyubiler Kürt asıllı olduklarını inkar etmişler ve Arap asıllı olduklarını, özellikle de Emevi ailesine mensup olduklarını söylemişlerdir. (Tarihul Beytil Makdis. 132). Eyyubiler aslı nereye dayanırsa dayansın tarih sahnesine çıkışları hicretin altıncı asrında (miladi 12. asır) büyük dedeleri Şadi’nin Tikrit kalesi’nde idari göreve gelmesiyle başlamıştır. Tikrit Kalesi o günlerde Selçuklu sultanı Muhammet bin Melikşah’ın emirlerinden biri olan Behruz el-Hadim’in iktasıydı. 

Tikrit Dicle nehrinin batı yakasında, Samerra şehrinin kuzeyinde bulunmaktadır. Irak ve Şam Toprakları arasındaki ana yollara hükmeden bir yerdi. Halkın ekseriyeti Kürtlerden oluşuyordu. Şadî, oraya oğulları Necmettin Eyyûb ve Esedüddîn Şirkuh ile birlikte göç etmişti. İdari makamlarda gitgide yükseldi sonunda asayiş müdürü oldu. Öldüğünde yerine oğlu Necmettin Eyyûb geçti.

Acayip olan o ki bazı araştırmacılar çeşitli ayak oyunlarıyla Selahattinin ailesini baba tarafından Mudar’a oradan da Adnan’a kadar ulaştırmaktadırlar. İlmi olmayan ve gerçeklerle bağdaşmayan bu idi iddialarıyla onlar sanki Arap olmayan kişilerin güzel işler başaramayacaklarını ve bütün güzelliklerin sadece Araplara mahsus olduğunu söylemektedirler. onların bu kısa görüşlerine göre Arap olmayan bir Müslüman şeref sahibi olamaz medeniyetler kuramaz nam alamaz. (Selahaddin el Eyyûbî. Abdullah Ulvan, 17) Kılıcıyla ve lisanıyla dinine yardım edemez. Halbuki tarihi bir araştırırsak ve İslam medeniyetinin inşasına görev alan büyükleri incelesek İslam dinine giren nice milletlerin İslam medeniyetinin inşasında pay sahibi olduklarını görürüz işte Fatih Sultan Mehmet İmadeddin ve nurettin Türk’tüler Nizamülmülk Fars’tı Eyyubiler Kürt’tü. Yusuf bin Taşfin Berberi’ydi. Allah Teala Araplara da İslam risaletinin neşriyle ikramda bulundu. Allah teala dinine bağlananları yüceltti biz kör taassuba ve kafatasçılığa karşıyız. İslam’ın bu husustaki ilkesi “Müminler kardeştir” (Hucurat, 10) ilkesidir. Bu ilkenin değişmesi söz konusu değildir. Yine bir diğer ilkesi “Allah katında sizin en üstününüz en muttaki olanınızdır” (Hucurat, 13) ilkesidir. 

Necmettin Eyüp Selçuklu sultanı Muhammed bin Melikşaha karşı iyi hizmetlerde bulundu. Onun güvenirliğini zekasını ve cesaretini gören sultan onu Tikrit kalesinin idaresiyle görevlendirdi. O bu görevi de en iyi şekilde yerine getirdi, kaleyi en iyi şekilde muhafaza etti. Eşkiyadan ve serserilerden o bölgeyi temizledi orayı en iyi şekilde imar etti. (Kitabur Ravzeteyn, 2/252) Ebu Şame’nin zikrettiğine göre Selahattin’in amcası Esedüddün Sirkuh da selçuklular nezdinde itibar kazanmış bu sebeple ona amcası Ona Tikrit ve yakın çevresinde ikta olarak bazı araziler verilmişti. İkta o kadar çoktu ki senelik vergisi 900 dinardı. Bu o hasır için büyük bir meblağdı. 

Selahaddinin Doğumu: 

Selahaddin Eyyubi, Hicri 532 ( miladi 1137) yılında Tikrit kalesinde doğdu. Tikrit, Bağdat ile Musul arasında tarihi bir şehirdir. En yüksek yerine muhkem bir kale yapılmıştır. Kale Dicle’ye bakmakta olup Fars hükümdarları tarafından büyük bir taş üzerine bina edilmiştir. Hem zahire deposu olarak, hem düşmanı gözetleme yeri olarak düşünülmüştür. Hz. Ömer döneminde hicretin 16. yılında Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. (Mu’cemu’l Buldan, 2/491) Kaderin cilvelerinden biri de şu ki; Selahaddin, Bağdat valisi Mücahidüddin Behruz’un, Necmeddin Eyyûb ve kardeşi Esedüddin Şirkuh’un Tikrit’i derhal terk etmesini istediği gece dünyaya gelmişti. Kale komutanlarından biri şehirdeki bir kadına musallat olmuş, kadın yardım istemiş, Esedüddin Şirkuh da onun yardımına koşup onu lekeleyen adamı öldürmüştü. 

Behruz şaşkındı; onları şehirde tutmalı mıydı, yoksa şehri terk etmelerini mi istemeliydi? Şehirde tutsa diğer komutanlar onlara zarar verebilirdi. Onlara derhal terk etmelerini emretmekten başka çıkar yol bulamamıştı. İki adam Musul’a gitmek üzere ailelerini de yanlarına alıp şehirden ayrıldılar. Musul’a giden yolda o gece Selahaddin doğdu. Vafeyâtü’l A’yan sahibi anlatıyor:

“Necmeddin bu yeni doğan çocuğu uğursuzluğa yormuştu. Çocuğun çığlıklarıarasında şehri terk ediyorlardı. Hatta bir ara ağlayan çocuğunu öldürmek istedi. Ancak onu yanındakilerden biri bundan menetti, ona, ‘Efendim, görüyorum ki sen bu çocuğu uğursuz adettin. Onun ne günahı var? Bunu hak edecek ne yaptı ki? O faydası zararı olmayan bir çocuk daha. Senin başına gelen musibetler ise Allahın kaderi ve kazası. Ne biliyorsun belki de bu çocuk bir gün gelir kadri yüce büyük bir sultan olur. Belki de Allah Teala ona büyük işler yaptırır. O daha çocuk; onu bırak. Onun hiçbir günahı yok. O senin içinde bulunduğun sıkıntıyı da bilmiyor’ dedi. Bu sözler Necmeddin Eyyûb’un kalbine tesir etti de derhal hakka rucü etti, sahih İslam’a tabi oldu. (Selahaddin Ulvan, 21)


PROF. ALİ MUHAMMED SALLABİ Türkçeye çeviren Şerafettin Şenaslan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eno zî biwani

SUCÊ KAMÎ YO Ameyîşê hamnanî reyde dewa Qonaxî de zî hukmê germîya rojan giran bîyênî. Rez, bostan û hêgayî ke wisar de zergûn bîyênî nika p...